31 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir Ay, İki Kitap, Bir Kaç Sâda, Hoş Bir Film, Bayan Üç Film, Bir de Hışım...

Ağustos’un yarısı bunaltıcı öbür yarısı ilk yarısı denli olmadığı için bunaltmayıcı geçti. Kısacık Ağustos’a minik bir tatil, uzun bir aylaklık dönemi girdi. Konsantrasyonum bozuldu, bloga yazmayasım geldi.Yazmamamda tatilin de, sıcakların da etkisi oldu elbette. Hem yaz, yaz nereye kadar değil mi? Yok sonu elbette.


Fatoş’un kültür postası “bir şeyler eksik” denemesi tatile başlarken güzel bir gülücük yerleştirdi yüzüme, tatlı nağmeler yerleştirdi empiüç player’ıma. Türkçe hakikaten off oldu bende, o ayrı. Haydi diyelim harfleri İngilizceden spell ediyorsun da rakamı neden İngilizce söyleyemiyorsun değil mi?



Bülent Somay'ın "Bir Şeyler Eksik" kitabı keyifle okuduğum kitaplardan biri oldu. Okurken bazen aklıma bir düşünce bazen yüzüme bir gülümseme düştü. Evet kesinlikle enerji veren, düşündüren bir kitap. Yazarın kendi ifadesine göre "arada sırada tezlere de rastlanılabilecek, aforizmalar şeklinde kurulmuş bir denemeler kitabı"


Sonra tatil olunca hafif bir şeyler de olmalı diye olabildiğince ağır Jean Cristophe Grange’ımı almışım, başlamışım bitmek bilmiyor. Zaten “Şeytan yemini” ilk çıktığından beri başlamakta zorlandığım bir kitap olmuştu neden inat ettim bilmiyorum. Tamam hoş bir entrika var, cevvalce planlanmış cinayetler okuyucusunu her zaman olduğu gibi okuyucusunu kusma raddelerine getiriyor. Kusturmuyor mamafih. İlk yüzelli sayfayı sıkılmadan, savsaklamadan devirebildiğiniz takdirde gavurun tabiriyle bir “sayfa çevirten” oluyor ki sıkıysa çevirmeyin. Şu merak 514 sayfayı haldır haldır çevirtiyor ki finale gelince “bu muydu yani?” diye kendi kendine sormakla bile kendi kendinize sinir olmaktan kurtulamıyorsunuz. Efendim kitap sarmıyorsa okumamak en iyisi. Tabi huylu huyundan vazgeçmez sırada okunacak bir de "Koloni" var.


Müzik piyasası hayli şenlendi, bizimkiler singıl üstüne singıl çıkartmaya başladı yine. Birkaç albüm de var ki, sanki mecburmuşum gibi dinledim.


Mustafa Ceceli; Bu adam son yılların en mükemmel çıkışını yaptı. Sezen Aksu’nun eli değdi bir kere, “Unutamam” şarkısı ile yılların ENBE’sinin ilk albümünü sattırdı. Yıllardır müzik piyasasında olan ve bir çok sanatçının albümünde beste, aranje ve vokali ile bazen “H.Mustafa Ceceli” Bazen de “Hacı Mustafa Ceceli” ismi ile dinleyici aşinalığı sağlamış olan Mustafa bu çıkışı ile birlikte ilk ismi “Hacı”yı bir kenara kaldırdı attı. Şimdi albüm hazırlığındayken “Limon Çiçekleri” isimli şarkısının beş versiyonu ile nabız yoklaması yapmış. Aranjmanlar güzel, şarkı fena değil. Ama bir olmamışlık hissi bırakıyor. Şarkının A kısmı ile B kısmı arasındaki uyumsuzluk bir türlü havaya sokamıyor dinleyicisini. Şimdi hüzünlenecek miyiz, oynayacak mıyız? Umarım albümdeki şarkılar iyidir de bu müzik adamı kalıcı olur.


Demet Sağıroğlu, Türk Pop Müziğinin iyi seslerinden birisi ama talihi bir kere tersine döndü. Birilerinin ayağına basmış olmalı ki şöhret basamaklarından yukarıya doğru çıkamadı. OSSİ’den albümünü çıkaracağını duyunca, “Yazık” demiştim. OSSİ eski müzikleri sahiplenmiş bir Müzik Şirketi, son derece kalitesi ve özensiz albüm kapakları ile dikkatinizi mutlaka çekmiş olmalı. Öte yandan yeni şarkılar ile albüm yapmaya kalkıştığında ise hatalı şarkı seçimleri yüzünden kesinlikle asla bütünlüğü olamayan albümler ortaya çıkarıyorlar. Ayten Alpman bile seneler sonra bu şirketten albüm çıkartmasına rağmen son derece alakasız şarkı seçimleri yüzünden ilgi çekmeyi başaramamıştı. Müzik parasal bir denklem değil kağıt üzerinde durduğu gibi durmuyor. Müzik kulağı olan, müzikten cidden anlayan prodüktörler gerekiyor. OSSİ bunu başaramadı. Demet cefakar bir popçu son derece temiz bir iş çıkarmış ama "Silkelen" isimli bu singıl istediğniz kadar silkeleyin tutmaz. Üzgünüm. Tutsun isterdim. Şarkılar kalıcı değil. Umarım sonbaharda çıkacak albümünde farklı heyecanlar, müzikal maceralar gizleniyor olsun.


Bedük’te şöhrete kavuşmak için ismi ile oynamışlardan. İlk albümünde Serhat Bedük ismi ile ve Sİbelalaş'ın "Adam" şarkısının coverı ile karşımıza çıkmış ama hafızalarda yer etmemişti. Daha sonra ana dilinden başka dilde yaptığı iki albümü ile elektronik/dans sularında yüzüp başarılı olmuştu. "Gel aşka" isimli arka plandaki blues soslu sesleri ile hoş bir sound yakaladığı şarkısının her versiyonu gayet iyi.



Tanju Eren'in 2006 yılında çıkardığı ancak benim alıp da bir kenara attığım ve dinlemediğim albümü "40" çok nefis bir alternatif albüm olmuş. Aylin Aslım, Teoman gibi seslerden de destel alınan çalışma cidden çok iyi günlerdir dinlemeden duramıyorum. Öyle alınan kitaplar okunacak, alınan cd ler ise dinlenecekmiş meğer.



Demir Demirkan'ın sahne kayıtlarından oluşmuş "Gerçek" albümü cidden iyi, vokalindeki Sertab etkisinden eser yok. Bilinen şarkıları sıkı biçimde sunmuş u sefer. Albümün tek kötü yanı "Every Way That I Can". Afedersiniz ama ne demek "I'll cry, I'll die.. Make you mine again...."? Hanimiş bunun "to"su. Kurtulun şu şarkının freninden bence o kadar Hindistan'a gittiniz, hayran kaldınız, öz benliğinizde seyrüsefere çıktınız, bu mudur varılan son nokta? Uzun lafın kısası albüm iyi son şarkıyı yeterince dinledik bir versiyon oksan olsa kaç yazar.


Bahar biterken neredeyse bir oturuşta iki sezonu izleyerek zaman, mekan, karmaşasına düştüğüm dizi; Mad Men'in üçüncü sezonu başladı nihayet. Öyle haşırt diye bir şeylerin olduğu bir dizi değil, fonda 60'lı yılların önemli olayları geçerken bir reklam şirketindeki ufak hesapları ve o hesapları yapanların hayatlarının resmi geçidini izliyoruz o kadar.



"International" filmi içine ilk başta kolay girilemeyen bir film olmakla birlikte Naomi Watts ile Clive Owen'ın ölçülü, sakin oyunları ve zekice örülmüş senaryosu ile izlemesi keyif verenbir film oldu son zamanlarda. Öte yanda "G.I. Joe; Rise Of Scorpion", "The Women", "Watchmen" ise izlemekten hoşnut kalmadığım filmler oldu.


Ağustos'u da böyle yolcu ettik.

Lütfen çiçekleri koparmayınız, yerlere tükürmeyiniz, çimenleri çiğnemeyiniz.





25 Ağustos 2009 Salı

Haydi Şimdi Bazı Eller Havaya

Orijinal şarkılar mı dediniz?

Orijinal video klipler mi dediniz?

Vardır belki ama bur coğrafyada değil.

Bu araklama merakını ilk olarak şu üç çömez yüzsüzce yüzümüze fırlatmışlardı; İzel - Çelik-Ercan. Üçlünün içindeki Ercan ve Çelik zaten yabancı şarkıların üzerine sözde esprili laflar döşenerek içinde yer aldıkları "Vitamin" ismindeki gruptaki eserleri ile başkasının melodisini alıp sahiplenme konusunda ne denli kural tanımaz olduklarını önceden ispat etmişlerdi. "Haydi Şimdi Bütün Eller Havaya" şarkısının tamamen bir karadeniz ezgisinden aşırma olduğunu karadenizli olmadığımız ve albümün içinde söz ve müzik hanelerinde grup elemanlarının isimleri yazdığı için bilememiştik. Volkan Konak aynı şarkıyı yöresel dil ile söylediğinde İÇE'nin nerden esinlendiğini öğrenmiştik.

Çalma çırpma merakı yıllardır sürüyor. Bazı önemli isimler devreye girdiği vakit sus pus olunuyor. 1988 yılında Erol Evgin 1988 albümünü yayınladı. Genelinde vasat diye nitelendirilebilecek bu albümde sözü ve müziği Reşat Özerdem'e ait olan "Geçer mi Böyle Bir Ömür" isimli şarkı diğerlerinin arasında sıyrılarak dikkat çekiyordu. Aynı yıl, bir kaç ay sonra bir kaç ay sonra Sezen Aksu 88 albümü yayınlandı. Bu albümdeki "El Gibi" isimli şarkı çok güzeldi, sözler etkileyiciydi. Melodisi ise Erol Evgin'in albümündeki şarkının tıpatıp aynısıydı. Betecisinin adı elbette değişmişti. Uzun yılara yayılmış arkadaşlık bir şarkı yüzünden sarsılmayacaktı elbette, Erol Evgin her zamanki tevazu ve centilmeniği ile geride kalmayı ve o güzel şarkıyı söylememeyi tercih etti. Konu örtbas edildi.

Bundan seneler sonra, Yeşim Salkım maddi gücün verdiği özgüven ile tam gaz albüm yapma kararı aldığında ilk olarak kendi yapım şirketini kurmuş ardından da kiraladığı aranjörlerle eline geçen besteleri yontturmaya başlamıştı. Kendi şirketinden çıkan ilk albümünden bir hit yakaladı: Deli Mavi. Akdeniz tınıları ile süslenmiş şarkı icracısının ara gazla ilerleyen sesine rağmen etkileyiciydi. Melodi tanıdıktı ama hemen tanıdıklığın nedeni aniden akla gelmiyordu. Kısa süre sonra melodinin aşinalığının sebebi ortaya çıktı. Meğer şarkı Enrico Macias'ın eski bir albümünden tıpatıp alıntılanmıştı. Ud ile çalınan intro bile alıntıydı. Sonradan düzenlemeyi yapan Ozan Çolakoğlu ve Yeşim Salkım açıklamada bulunup yaptıkları bestenin özgünlüğünden kuşku duyulmasının rakiplerinin şarkıcının sesini, güzelliğini, başarısını kıskanmasından başka bir şey olmadığını, bir benzerlik varsa dinleyicinin kendi benzetmesi olduğunu ileri sürmüştü. Dinleyiciler de yedi.

Alışkanlıklar 2000'li yıllarda da sürüyor. Popçu Özgün'ün bu sene çıkardığı albümündeki "Zilli" isimli şarkının Jennifer Lopez'in 2000 yılından beri dinlenen hiti "Let's Get Loud"un tıpkısının aynısı olduğunu ne bestecisi ve icracısı Özgün ne de düzenlemecisi Ozan Çolakoğlu kabul ediyor.


Çal, çırp, çal, dinlet yaklaşımından kurtulamayan sanatçısı, prodüktörü türk pop müziğinin içler acısı bir durumda olmasının en önemli nedeni. İşlerine gelince korsan cd, dvd satışına hönkürüp başkasının eserinin araklayıp altına imza atmaktan çekinmeyen bir zihniyet kısacası. Kendilerinden çalınınca şahin, başkasından istemem yan cebime yaptıklarında mübah. Ama bir şartla elbette, şarkıyı başka şarkıdan çaldıklarını asla kabul etmemek kaydıyla.

Lütfen Özgün'ün "Zilli"si ve ardından J-Lo'nun "Let's Get Loud"unu ardarda dinleyiniz.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Uçan Yunus

Denizi çok seviyorum. Deniz kenarında bir yerde oturup su ile ufkun birleştiği uzaklara bakmak bile bazen dinlendirici olabiliyor. Şehrin tüm gürültüsünü alıyor deniz. Korna sesleri, öfkeli insanlar hepsi gerilerde kalıyor. Suyun yanında serin bir sessizlik var genellikle. Bazen sakin bazen öfkeli dalgalar bu sessizliği bölüyor.

Denizi seyretmek de denizde seyir etmek de güzel. Filmlerde yunusların insan yapımı taşıma araçlarına neşe içinde eşlik edişini görüyoruz. Şanslıysak bazen biz de bindiğimiz yelkenliye, gemiye eşlik eden bir/bir kaç yunus görüyoruz.

Seneler önce bir mavi yolculuk da aynı yunus günlerce bize eşlik etti sanmıştım. Adını Uçan Yunus takmıştım. Arkadaşlarımın ise yunusun hep aynı olmadığına dair şüpheleri vardı. Sudaki balıkların hepsi birbirne benzer diyorlardı sıklıkla her seferinde onlar balık değil düzeltmesini yapıyordum. Sonra gülüyorduk. Uçan Yunus da bize gülerek eşlik ediyordu.

Seneler önce bir yunus, İzmir'de körfeze girmiş, o zamanki balık halinin arkasında bulunan askeri bölgenin içinden çıkmaya çalışıyor ama simsiyah sular sanki yüzgeçlerinden tutumuş onu bırakmıyorlardı. Bir öğleden sonra yunusun sessiz çığlıklarını üzlemekle geçti. Sonra o yunus kayboldu.

Yunusları TV de Kaptan Cousteau'nun programında ilk kez görmüştüm, seneler sonra Olivia Newton John'un bir şarkısında da yüzmüştü bir havuz dolusu yunus.

Dünya giderek kirleniyor. TVlerimiz arı ölümlerinin korkutucu boyutunun farkına vardı, bir kaç gün boyunca bu moda.

Sabah vapurda Atina'daki orman yangınına oh çeken insanları da duydum ya, artık her an herşey olabilir.

Bizdeki ormanlar yanmaz, arılar ölmez, yunuslar kaybolmaz rüyalarına devam.


20 Ağustos 2009 Perşembe

Ahmet, Mehmet, Süreyya Ve Diğer Kıyaklıklar

Hepimizin ömrü bir şeyleri beklemekle geçiyor. Bir bölümü de birilerinden bir kıyak bekliyor. Kıyakçılığın sonu ayakçılık olduğu için bedavaya kıyak yapan da yok artık.
Ürgüplü bir vatandaşımız Çocuklarına, sırasıyla; Doğan, Kartal ve Şahin isimlerini vermiş. Kimbilir kaç uykusuz gecenin ürünü olan ufaklıklarına otomobil modellerinden isim seçtiği için Tofaş'ın kendisine bir kıyak yapması beklentisinde.
Muhabir cevvalmiş anlaşılan kıyıdan bir espri yaparak "sırada Palio var" demiş. Allah muhabirleri alıklardan seçmesin diyorum. Bu lüzumsuz haberi yapana da, yayınlayan gazeteye de, bunu kesip şuraya koyana da Allah akıl fikirler ihsan eylesin diyorum başka da bir şey demek istemiyorum yoksa ağzımdan bir bayramlık kelam çıkacak - ki bayrama daha var hayli bir daha.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Sayılı Gün..

Üç ağustos gecesi Abi'nin 1. Blogger toplantısı vesilesi ile bol yıldızlı bir gece yaşadık. İzmir; nasıl derler, cayır cayır yanarken biz tatlı tatlı esen balkonda göktekilerie ufak çapta nispet yaptık. Yazılarından tanıdığım ya da yazılardan tanıdığım insanları böyle kanlı canlı karşımda görmekten mutlu oldum. Herkesi uzun yıllardan beri tanır gibiydik, normalde isim ile yüzleri hele kalabalık bir grupla tanışınca kolay kolay örtüşştüremem hatırlamakta zorluk çekerim ama bu sefer zaten blogcu olarak lakapları ve yazılarda geçen isimleri biliyordum.

Çok güzel bir gece oldu, sizlerle tanıştığıma çok memnun oldum.

Ertesi sabah çıktığım tatilden de bu akşam döndüm. İzmir'i hafif de olsa daha bir serin. buldum. Bıraktığınız gibi bulamıyorsunuz bu şehirleri geri dönünce işte. aha da serinler elbette. Durun bakalım.

Bu bol yıldızlı resim Patrick Woodroffe'un