30 Nisan 2011 Cumartesi

Erkeğin Kısır Döngüsü

Her ilişkinin kendine göre bir ömrü var, herşeyin bir ömrü olduğu gibi. Başa geldikçe ya da yakınlarımın başına geldikçe yani hafıza bandına atılan kayıt sayısı çoğaldıkça bir çok konuda ahkam kesmek mümkün olabiliyor. Biri işte önüne gelen konuda ahkam kestimi "yaşlanıyor bu ondan diline vurdu" demenin tam zamanıdır.

Üniversite yıllarından itibaren bir çok arkadaş evlendi, boşandı. Kimisi ikinci tura geçti. Çoğu erkek arkadaşım eşlerinin arkasından dedikleri gibi model yenilediler hatta.

Erkeklerin büyük çoğunluğu kırkını devirdiklerinde şu kısır döngünün içinde hayatlarını döndürürler.

1 - Erkekler ahkam kesmeyi pek severler. Beğenilsin, güvenilsin, kendilerine hayran kalınsın isterler.
2 - Bunu istediklerini öyle alenen söylemezler.
3 - Geçmişteki kötü günleri, çekilen sıkıntıları ve zorlukları hatırlamak istemezler.
4 - Hele hele bu zorluk ve sıkıntıları onların yüzüne vurmak en büyük hata olur.

Neden mi? cevabı birinci maddenin ta kendisidir.

Bu maddeler sadece ana hatlarıdır, kadınlar kadar olmasa da erkeklerin arasında da komplike kişilikli örnekler çıkabilir. Onların madde sayısı artabilir, kaşlarının üzerine göz kondurulabilir ama ne olursa olsun bu dört madde illaki onlarda da vardır. Hal böyle olunca sonu önceden kestirilebilen bir ilişki türünü tarif etmenin tam zamanıdır.

Erkek ile kadın genç evlenmiştir, evliliğin ilk yılları zorluklarla geçmiştir. Oğlan askerliğini yapmamıştır, iş bulamamıştır, anne baba desteği sürmekyedir. Aşk doruklardadır ama boğaz tokluğu zor sağlanırken yaşanan aşk farkettirmeden içten içe çentikleri yemeye başlamıştır. Bu tarz ilişkilerde bir de kadın erkekten önce iş hayatına atılır ve iyi de para kazanmaya başlarsa alınan yaralar hayli fazla olur, hissedilir hale gelir.

Zor günler geçer, eşlerin her ikisi de gayet güzel maddi imkanı, kariyer imkanını yakalar. İyi semtlerde oturmalar, marka giymeler, beş yıldızlı otellerde tatiller, araba değiştirmeler başlar. Nitelikli bir arkadaş çevresi oluşur, erkek hava basmaya başlar. Hava basarken o ortamda yalan söylediğini bilen birini olması erkeğin hava atarken hedeflediği hazzı tam olarak tatmamasına neden olur. Aç yattığı geceleri, faturaların ödenmediği dönemleri bilen bir kadının yanıbaşındaki varlığı adamın aniden sinirine dokunmaya başlar. O ilişki orada bitmeye başlar. Bitmezse de hayli fazla yara alır.

Genç yapılan evlilikte beraberce katlanılan zorlukların uzunca olduğu bir dönem payşaşıldıysa bu dönemin uzaması çoğunlukla o ilişkinin ömründen yer. Sona ermese de çift belli yaştan sonra hayatı her ikisine de cehennem eden bir vıdı vıdı döngüsüne bodoslama dalar, bu sefer de ömürlerinden yerler.

Bu dört maddelik kısır döngüye döneceğiz.

Çok yakında...



28 Nisan 2011 Perşembe

Çirkin Kediler

Ülkemizde evinde kedi beslemek hevesinde olan insanların büyük çoğunluğu bu isteğini sokak kedileri ile gidermeyi seçiyor. Yeni tavrulamış bir kedinin bebeklerinden birini almak elbetteki en kolay yöntem. Uzanıp buzdolabı rafında duran bir meyvayı alıvermek kadar kolay.


Evine götüreceği kediyi seçen insanların öncelikle aradıkları sevimli bir yavru kedi. Sevimliliğin en kolay anlaşılır göstergesi de kedinin desenleri.


Ev kedisi olmak üzere seçilenlerin çoğu güzel desenli kediler, uyumlu desenli kediler. kürkünün renkleri hoş kediler. Sevimli kediler şanslı, sıcak bir yuvaya kavuşma olasılıkları hayli yüksek, kedi mamaları ile beslenme şansları bir hayli fazla. Peki ya çirkin kediler? Onlar hep sokakta mı kalmaya mahkumlar. Çirkin dediğimiz, kürkündeki desenlerini beğenmediğimiz kediler sevimli değiller mi? Ufacık bir ilgi gösterdiğinizde önünüzdeni arkanızdan miyavlayarak etraftaki duvarlara, sütunlara çenelerini sürterek ilgiye ve sevgiye aç olduklarını göstermezler mi?

27 Nisan 2011 Çarşamba

Bunlar Geçici Bıyıklar

Ülkemizde maskeli balo pek olmaz. Bir kaç sene önce Cadılar Bayramı özentisini ithal etmekte aceleci davranmış bir Bostanlı barı o özel güne has bir maskeli parti düzenlemişti. Aylardan doğal olarak Ekim'di, günlerden de en sevdiğim gün olanıydı. T.G.I.F., "Rabbime hamdüsenalar olsun ki Cuma" yani. Katıldık efendim. Bar tıklım tıkış dolu idi. Mamafih gözlerim merakla tüm barı fır dolanmak sureti ile kolaçan etse de, ancak iki tane kılık değiştirmiş müşteri gördüm. Biri pamuk prenses kılığında bir kadın, diğeri de bir cüce kılığına girmiş kazık kadar bir adamdı. İkisini de inandırıcı bulmadım. Hoş bu durum ikisinin de çok umrundaydı. Çoktan sarhoş olmuşlaredı ve tartışıyorlardı.

Bir de, "Üstelik ikisi de türk değildi" dediğim vakit kimsenin "Ayy inanamıyorum" diyerek kendini oturduğu iskemleden aşağıya kaydırıp duruma bir nebze olsun intihara ön teşebbüs süsü vereceğini düşünmüyorum. Benim kılığıma gelince ben de her zaman giydiğim sweatshirtün yerine o güne dek hiç giymediğim bir sweatshirt giyerek sözümona kılık değiştirmiştim. Türk erkeğiyim ya, evellallah; ne en cazgırından kıyafet balosu da olsa tepeden tırnağa kılık değiştiririm, ne de dünyanın en zengin düğününe davet etseniz ısrara binanen dansa kalkabilirim büyük konuşmayayım, ama mazallah göbek atmam.

Biz türkler öyle acaip kılıklara bürünüp de dikkatleri üzerimize almayı sevmeyiz pek. Bunun altında yatanı irdeleyemeyeceğim. Zaten bu konuda bilgim az, bir de "öküz altında buzağı arıyor bak gene" dedirtmem ben kendime. Ben dedirtmem kendime böyle. Neyse lafı dolandırmayayım. Gelelim bu haftanın bıyığına/bıyıklarına.

Diyelim acilen bir maskeli baloya katılmanız gerekti ve hazırlanmak için vaktiniz dar. Kılık da değiştirmeyi fazla arzulamıyorsunuz diyelim. Üzülmeyin kılık değiştirmeden kılığınızda dramatik bir değişiklik yapabilirsiniz. Hem ne şiş yanmış olur ne de kaz gelecek yerdek ördek esirgenir. Bu yöntemle çok kolay biçimde imaj değiştirebilirsiniz. Nasıl mı? Takma bıyıklar ile. Hem de takmaya bile gerek bulunmayan takma bıyıklar ile. İnce uzun bir çubuğun üzerine hazırladığınız bir bıyığı kesin/yapıştırın. Maskeli balodan içeri girerken yüzünüzün orta yerine tutun. Alın işte size geçici bıyıklar. Ne demeli buna?

Oh La La mirim Oh La La!!!

Yine de çalkalanmış ama karıştırılmamamış martini kadehinizi ağzınıza götürürjen bıyıklarınızı kenara çekmeyi unutmayınız. Benden söylemesi.

Bir de dilerim en kederli günümüz böyle olsun.



Not: Bu bıyıkların erkekler için olanı da mevcut.

Diğer not: Evet farklı kıl renkleri de mevcut.

Son not: Puantiyeli bıyık yok. (Şimdilik)

26 Nisan 2011 Salı

Alış Veriş Merkezi Manzarası

Alışveriş Merkezlerinin bir tanesinden çıkmak üzereydim. Önümde şık bir kadın yürüyordu. Yanında kızı olduğu anlaşılan 15-16 yaşlarında bir genç ile birlikte konuşarak ilerliyorlardı. Kadın çok şıktı. Alışveriş merkezinin içinde rastlamıştım az evvel. Siyah bir etek ile üzerine siyah bir ceket giymişti. Ceketin yakaları beyaz renkteydi ve önde değişik biçimde göğüs hizasında birleşiyor ve birleştiği noktaya dikkat çekiyordu.. Ceketinin kollarından blüzunun fırfırlı kolları bilhasssa çıkarılmış gibi duruyordu. Saçları özenli biçimde taranmış, parfümünün kokusu karşıdan duyuluyordu. Özgüveni yerinde, şık ve güzel bir kadındı. İşte tam çıkarken önümden yürüdükleri için tekrar rastladım onlara. Otomatik kapı açıldı. Anne kız geçtiler. Ben de peşleri sıra çıktım dışarıya.

Karşıdan iki genç kadın geliyordu. Daracık mini etekleri, havanın soğukluğuna aldırış etmeksizin kısacık kollu bluzları ve havalı saçları ile hızla giriş kapısına doğru ilerliyorlardı. Tam yanından geçtikleri anda bir tanesi anneye dönerek "iğrenç" dedi.

Tek kelime. Çocukça bir hesapsızlıkla söylenmiş, kötülük dolu bir ifadeyi kustu kız dışarıya. Sonra her ikisi kahkahalar atarak önlerinde açılan kapıdan koşarak içeriye daldılar. Kaçar gibi bir anda yok oldulur.

İğrenç!! Ve Bammm!!! Yoklar.

Kadın kızına dönerek sordu; "Bana mı dedi onu?"
Kızı aldırmaz bir ses tonu ile "Bırak ya anne" dedi.

Sonra yürüyüp gittiler.

Genç kadının anneye neden öyle gıcık vermeye çalıştığını anlayamadım. Kıskandı mı? Kadını rahatsız etmek için bir laf sokup gününü mü mahvetmek istedi. Peki ama neden? Çözemedim.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Film Gibi

Müzik bazen her şeyin merkezine gelir yerleşir, beyninin içinde bir melodi ile gezer bazen insan, bütün gün. Alelade bir film sahnesi bir müzikle birden sıradışı olabilir. Film müziklerini bir de ait olduğu filmin içinden alıp başka görüntülerin üzerine bindirmek şaşırtıcı, etkileyici sonuçlar verebilir.

Film müzikleri ile oynamayı seviyorum, kesmeyi, biçmeyi birbirlerine ekleyip devam ettirmeyi. Bazen öyle müzikler çıkıyor ki insanın karşısına - anlaşıldı bugün abartma günümdeyim - "bu melodiye ne güzel film olur" diyesim geliyor.

Film müziklerinden seçtiklerim bunlar, ama hepsi film müziği değil, kimsiinin video kllibi film gibi kimisinin bugüne kadar bir filmin içinde yer almışlığı yok. Önemli olan gözlerimi kapattığımda farklı görüntüleri tetikleyip birbiri ardında ssıralayıp karşıma dizmesi. Batıdan doğuya doğru bir bakış bir kısmı..

Yavaş başlıyoruz bir piyano sesi ile, Cracks filminden Fiamma'nın teması ile ardından The English Patient'tan unutulmaz bir ses Marta Sebestyen, Gabriel Yared, (Bu şarkıyı kesip biçmesem olmazdı kimse kusura bakmasın), Sonra Kate Bush, derken Demir Demirkan, ardından komşuya bir ziyaret, Noa geliyor çok tanıdık bir şarkının kendi dilindeki versiyonuyla. Kırk dakika kadar slow gidiyoruz, arada vokaller dinliyoruz. Sonra birden alışık olmadığımız ritmler alıyor başını gidiyor. Film gibi dediğim zaman Mike Oldfield'in ve Jean Michel jarre'ın imgesel zenginliğini katmadan olmaz. Yanarak, eriyerek, herşeyle kaynaşan müzikler.

Ben ısrarla eski kelimeyi kullanacağım çünkü eylemi en iyi dillendiren o - walkmanimin bir haftadır en çok çalınanı; "Film Gibi" Müzikler. Özellikle uzun mesafelerde iyi gidiyor. Umarım seversiniz.







Resim, Detay:
(Yapıldığı yıl:1500)

The Hounds of Love

Kate Bush 1982 tarihinde yayınlanan "The Dreaming" isimli albümü ile kazandığı başarının ardından kendisini yeni albümü ile ilgili çalışmalara adadı. Evinin yakınında 24 kanallı bir stüdyo kurarak aylar boyunca buraya kapandı. 1985 yılına gelindiğinde çalışmalar içine sinmişti. Albümü artık yayınlanabilirdi. Albümün adı ile ilk yüzü aynıydı; kolay akılda kalan pop şarkılarından oluşan "Hounds Of Love" ve herhangi bir tarz ile adlandırılması zor olan, folka ve rocka benzeyen ikinci yüzünün ismi ise "The Ninth Wave" idi.

Albüm çıkar çıkmaz Running Up That Hill şarkısı ile patladı. O sıralarda Liste başı olan Madonna'nın Like A Virgin'ini yerinden indirip aylar boyunca inmemek üzere liste başına yerleşti. Ardından Cloudbusting şarkısına çekilen ve Donald Sutherland'in oynadığı garip video geldi. Bu video çalışmasının üzerinden yıllar geçse de izleyenlerde hep aynı güçlü etkiyi yaratan garip, ürkütücü, masalımsı ve gizemli havasını korumaya devam etti.

Benim emektar walkmanimde en çok çalınan kasetlerden birisi de buydu. Baştan sonra dinlemesini sevdiğim albümlerden olsa da en beğendiğim şarkılar, Cloudbusting, RUTH, An Dream Of Ship oldu, Hello Earth ise hala bittiğim eridiğim bir parçadır.

A Yüzü (Hounds of Love):

Running Up That Hill
Hounds of Love
The Big Sky
Mother Stands For Comfort
Cloudbusting

B Yüzü (The Ninth Wave)

And Dream of Sheep
Under Ice
Waking The Witch
Watching You Without Me
Jig of Life
Hello Earth
The Morning Fog

1997 yılında albümün CD versiyonuna Bazı şarkıların remixleri ile Kate Bush'un o dönem yaptığı "Be Kind to My Mistakes", "Under the Ivy", "Burning Bridge" ve "My Lagan Love" şarkıları da ilave edildi.

Sanatçı bu albümünün iyi karşılanmasından cesaret alarak kendi müziğine folk alanından daha cesur aktarmalarda bulunmaya başladı. Bir sonraki albümüne kattığı bulgar folk vokalleri şarkılara ürkütücü ve çekici bir cazibe katmasını sağladı.

Albüm yıllar içerisinde bir çok sanatçıyı etkisi altına aldı. Tori Amos'un müziğinde, özellikle ilk yıllarında Kate Bush'un tesirinin hissedildiği dikkatlerden kaçmayacaktır. Bir çok grup tarafından albümdeki parçalar coverlandı. En başarılı coverlardan bir tanesi Placebo'nun "Covers" albümünde yer verdiği "Running Up That Hill" oldu. Orijinali hızlı olan şarkıyı slowa çevirmek başarılı bir yorum değişikliği oldu. Şarkının yeniden keşfedildi. Bu versiyonun en büyük sürprizi ise şarkının asıl sahibinin vokallerde yer almış olmasıydı.

2000 yılında "Q" Dergisi bu albümü İngiltere'de yapılmış en iyi 20. albüm olarak belirledi.


Meraklısına linkler;

Resmi sitesi : Kate Bush

Running Up That Hill - Placebo;

23 Nisan 2011 Cumartesi

Neşe Doluyor İnsan

Sevgili Arkadaşım;

23 Nisan Bayramını kutlu olsun. Nasılsın? İyi misin? Sorarsam söyler misin? Bizi soracak olursan hepimiz de iyiyiz. Bu yıl yirmiüç nisan töreninde öğretmenim beni şiir okumalarına seçti. Hiç sevmiyorum şiir okumasını. Dün provalara çıktık. Bahçede bağıra bağıra defalarca şiir okuduk. Halbuki ben şarkı söylemek istiyordum. Şarkıyı Orçun ile Selma kaptı. Parla Şenol'un plağını ilk ben bulmuştum halbuki. Şarkının adı "Saksağan" çok da güzel söylediler. Kıskanmıyorum yanlış anlama. Ama o şarkıyı Derya ile ben çok daha güzel söylerdik. Hatta onunla prova etmiştik, Derya damdaki saksağan kılığında piyanonun üstünde oturacaktı, ben saksağan terbiyecisi kılığında piyano çalarak çok güzel söyleyecektik. Hayallerimiz yıkıldı. Şimdi "Arkadaşlar, sevinelim, Hep gülelim, eğlenelim, Sıkılmasın hiç canımız, Çünkü bugün bayramımız..." diye bir şeyi okuyacağım. Dün okulun bahçesinde bağırmaktan sesim kısıldı. Belki bayramda da sesim kısılır şiiri okuyamam. Benim için dua et lütfen. Dua et sesim kısılsın, şiir okumaya çıkmayayım. Satırlarıma burada son verirken büyüklerin ellerinden hürmetle küçüklerin, gözlerinden sevgi ile öperim.







22 Nisan 2011 Cuma

Minik Saraylı'nın Bayramı

Sorum kediseverlere..

Miniminnacıktır, tüylüdür, birsebeple büzüştüğünde yumak gibi olur, uykusu gelince pencere kenarına ilişir ve gözlerini kapataarak mırıl mırıl baygınlıkla uyku arasında gider gelir. Peynir kokusuna çıldırır. Acaba nedir nedir?

Cevap veriyorum. Yavru sokak kedisidir.

Şu resimdeki güzel gözlerini uyku mahmurluğuyla bizlerden saklayan güzelimiz büyük bir ihtimalle aylar önce Topkapı Sarayı'nın bahçesinde tanıştığımız, kendi kuyruğu ile minik bir hesaplaşma peşindeki bizim Saraylı'nın minik bir akrabası. Ben resim sonrasında açılan gözlerini pek bir benzettim. Miyavladığında sesi de benziyordu kulaklarım beni yanıltmadıysa. Gelin görün ki yine Topkapı Sarayı'nda fotoğraf çekeceğim diye fink atıyordum, DNA testi yaptıracak zamanım yoktu. Kafama takılan bu akrabalık ilişkisine gereken netliği kazandıramadım. Bu sevimliler sevimlisi kedi yavrusunu, ona benden daha çok şefkat göstermek üzere olduğundan kuşkulandığım iki japon turistten de deliler gibi kıskanmıştım üstelik. Resmini çektim önce, sonra gidip aşağıdaki kafeteryadan mis gibi bir kaşarlı tost aldım. Kaşarını çektikçe uzuyor böyle. Kedi görünce peyniri, bayram etti. Kuyruğunu dikti havaya, bir hırıltı bir hırıltı.O gün Topkapı Sarayı'nda bayram vardı.

Vladimir 1, Japonlar sıfır ayrıca,

Fotoğraf: Topkapı Sarayı'nda Minik Saraylı - D.M.

21 Nisan 2011 Perşembe

Halet-i Ruhiyem Aynen Böyledir

Sevgili Domatesuyu şöyle bir mimledi...

"Şu anki ruh halinizi, bir ezgi, şiir alıntısı, bir vecize, veyahutta bir resimle aktarınız"

Bir dokun bin ah işit derler ya aynen bu duruma çanak tutan bir mim oldu. Şu ara hiddetimden kafayı sıyırmak üzereyim. O yüzden mimdeki her bir şeyi harfiyen yapıp sinirlerimi gevşetmek en iyisi olacak.

Adım adım sinir bozukluğu:

- Öncelikle sinirlerinizi bozmak istiyorsanız Züperonlayndan fiber hizmeti alınız.

- İşte bir ezgi: "Ölümlü dünyaaa ölümlü insağnn ha alim olsan ha zağlim olsan... Hişt hişt sakin ol sinirlerine hağkim ol... " Bence bu ezgi Züperonlayndan fiber hizmet alan herkese armağan edilsin, remixlensin, singılları her yanımızı sarsın. "Never ending cyber-fiber torture" mixlerinde sahici kırbaç sesleri şaklasın.

- Sinirlerinizi daha çok bozmak istiyorsanız Züperonlayndan fiber hizmet almaya devam ediniz. Bir sebepten bu hizmetiniz kesildiyse tekrar almak için ısrar ediniz. Araya adamlar sokuşturunuz.

- Bir vecize: Züperonlayn var ya alahım başka dert vermesin. Haklısınız böyle bir vecize yok ama bu da bizim kendi kabahatimiz. Bence olmalı. Bu hususta geç kalınmamalı. Ne kadar geç kalsak o kadar az. (Çok mu?),(İyi madem)

- Sinirlerinizin bozulduğu size yetmediyse Züperonlayn'ın fiber hizmetine mahkum ettiği müşterilerine eziyet olsun diye açtığı kol-sentırı ısrarlarlan arayınız.

- Tebrikler kol-sentırı aradınız. Eziyetlerden eziyet beğenmeye hazırsınız o halde. Beklerken sizi bekleyen eziyetlerimizi hayal edebilmeniz için beş dakika non-stop dozajı ile şirketimizin mottosunu yansıtan eser "sakin ol, sinirlerine hakim ol" ezgisinin "ezalım benim" miksini defalarca dinleteceğiz.

- Bütün bunlar sinirlerinizi bozamıyorsa gelin sizi alnınızdan öpüciğim.

- İşte bu da ruh durumumu tetikleyen bir şiir, az evvel uydurdum:

Ezik ve Hırpalanmış Sualler Şiiri, Ya da Sinir Bozukluğunun Tarihçesi

Bir soru sorabilir miyim?

Bayan, ne kadar da güzelsiniz?

Sevmek cay, sevilmek seker

Bizim gibi garibanlar çayı şekersizce içer

O halde tüm samimiyetimle soruyorum.

Sen hiç sahanda yumurta yedin mi?

Dur n'olur cevap verme. Deplasmanda yedin mi?

Bu çekicilik, bu asalet, Hele o büyülü gözler.

Allah neredeyse bütün güzelliği bir kişide toplamış.

Neyse sanırım benden çok bahsettik.

Anlatın hadi siz nasılsınız?

Bir soru daha almaz mıydınız? Lütfen ama.

Yerin kulağı var derler,

Benim de kulağım var.

Peki Ben yer miyim? Yemem! Yemem!

- PC başındaki ruh halimi gösterir resmim de aşağıdadır. Evet işte ruhi durumumu böyle yaydım ortalığa. Lütfen üzerine basıp da düşmeyiniz. Bu Züperonlayn hadisesini bi ara aydınlatayım da bu kıvama nasıl geldiğime dair kimsede bir kuşku kalmasın ileride.

Eğer cevaplamak isterse ben mimi "Yazar Ne Yazar Ne Yazamaz"a göndermek istiyorum.


20 Nisan 2011 Çarşamba

Bira Bıyığı

Havalar ısınmaya başladı mı İzmirlinin aklına da hemen serinletme potansiyeli hayli yüksek oaln için dolu, dışı buğulu bir bira bardağı düşer elbette. Tercihen İstanbuldaki ismi ile koskocaman bir Arjantin.

Koskocaman bira bardağı, dışı muhteşem bir şekilde terlemiş vaziyette, buzlar gibi gelit masaya. Bardak tabanını insanın içini delice gıdıklayan "tıkkkk" sesi ile yerleştirir bir güzel masaya. Kurulur en baş köşeye. Muhabbetin kralı o masada olur ondan sonra. Şerefeler dökülür dudaklardan, bardaklar tokuşturulur. Üzeri mis gibi köpüklü biradan bir yudum höpürdetilir. Bardağın üzerini kaplayan köpük yerini değiştirir. Birayı içenin üst dudağı bardaktan daha mı rahattır acep bilinmez. Bardaklar iner masaya bir sonraki yuduma kadar. İçenlerin hepsinin yüzünde bembeyaz mutlu bir bıyık. İşte bira bıyığı.

Ben bıyıklara veda edeli sadece bira bıyığı bırakıyorum sadece. Onun da tam zamanıdır şimdi. Şerefe dostlar.

Biraz fazla cömertseniz "Bardağımda da bıyık olsun" derseniz buyrun buradan bakın:


19 Nisan 2011 Salı

Alın Size Okunma Olasılığı Yüksek Bir CV

CV yazmak bir sanattır derler, bu da yüzyılımızın en büyük uydurması. CV yazmayı sanat addedip kaleme sarılıp döktürenler olacaktır elbette. Çabuk tövbe ederler merak etmeyin, o CV lerin okunduğundan bile şüpheliyim çünkü. CV yazmak bir sanat olarak kabul ediliyorsa da bu sanatın hitap ettiği birinci kitlenin, işverenlerin yani, o CVlere cevaben, elektronik de olsa bir red yazısı gönderme nezaketinden bile mahrum kalma uyuzluğunun bir alışkanlık biçimini kazanmışlığı o şahane CV örneklerinin okunmadığına dair kuşkularımı güçlendiriyor. Kabahat benim değil. Okumadıkları için cevap gelmiyor.

İnternette bir sürü özgeçmiş örneği dolanıyor, kapak mektuplarında neye dikkat edilmesi gerektiğinin ipuçları belirtiliyor. Hepsi palavra inanmayın. Saatler harcayıp yazdığınız CVleri kimse okumuyor. Hadi diyelim okundu. O CVlerle alelade işlere kazara girersiniz. İyi pozisyonları torpilliler kapıyor. Gelişmekte olan bir dünya ülkesiyiz unutmayın. Kişinin kişiye saygı duyması konusunda hazırlık aşamasına geçmedik daha. Geçmek üzereyiz merak etmeyin. Hal böyleyken babası, amcası, dayısı, teyzesi sizin matah bir şey olarak girmeyi umduğunuz şirketteki bir pozisyonu kapmış bir hazretin tanıdığı olan rakibiniz her zaman sizden daha öncelikli bir konumda bunu unutmayın.

Bu kadar curriculum vitae dedik, bir de örnek koymazsak olmaz. Alın size bir az ve öz geçmiş. Okunma olasılığının yüksek olduğuna dair bahse girebilirim.

Adı Soyadı: Burçak Pançak

Hedefleri: Geçtiğim yolda herşeyi mübah sayarak dişimle tırnağımla kazıya kazıya şirketin zirvesine kadar yükselmek. Oraya ulaşınca da son derece adil ve başarılı olup şirketin önünde yeni ufuklar açarak alanımızda rakipsiz falan olmamızı sağlamak.

Kişisel Özellikler:
- Kedi gibi reflekslere sahibim. Bir oradayım bir burada.
- İnsanların zihnini okuma konusunda geliştirilmeye açık bir potansiyelim olduğuna inanmışımdır hep (Valla), ama bu olağanüstü yeteneğimi geliştirmeye vakit bulamadım.
- Yeri geldiğinde aklımdan geçenleri kendime saklamasını da, münasip ortamı bulunca şarlamasını da bilirim. Ezdirttirtmem kendimi.
- Ortama nefis kokular yayarım.
- At gibi gülebilirim (Hep değil, arzu edildiği takdirde)
- Super Nintendo, Mario Kart'ta inanılmaz derecede başarılıyımdır.
- Kıvırtarak "Sexy" danslar yapmakta benden iyisini bulamazsınız.
- 29 Yaşındayım ama cildim kaymak gibi, yani daha genç gösteriyorum.
- Bir oturuşta atı bile yiyebilirim, iştahlıyımdır.
- Unutmadan bir de... Çok şahane moonwalk yaparım, görseniz kıskanırsınız.

Tecrübelerim:
- Mac Donalds menüleri konusunda çok tecrübeliyimdir. Menüdekilerin hepsini yedim. Bir de menüdekileri sondan başa doğru hiç bir yere bakmadan sayabilirim.
- Bir keresinde ata binmiştim. Ama at beni üzerinden atmıştı. Bu benim için iyi bir tecrübe oldu. Artık ata binmemem gerektiğini öğrendim. Öte yandan bu düşüşün tesiriyle kaval kemiğim kırılınca o ara yatmaktan mütevellit çok kilo aldım. Ama övünmek gibi gelmesin size, metobolizmam öyle hızlıdır ki, alçıları atar atmaz hemen zargana gibi oldum.
- Her konuda inanılmaz derecede bilgi sahibiyim. Benden isteyeceğiniz her hangi bir konuda üstelik hiç bir araştırma yapmadan, yani vakit kaybetmeksizin upuzun bir makale yazabilirim. Anında göze ve kulağa çok gerçekçi gelen istatistiksel rakamlar uydurabildiğim için bu makaleleri istatistiksel verilerle destekleyip inanılır kılabilirim.
-En beğendiğim özelliğim de aslında bir "Yaşam Koçu" olmamdır. İstenen her konuda, herkese mentorluk yaparım. Sır saklarım.

Referanslarım:
Burçak Pançak elbette... Beni benden iyi kim anlatabilir size. Üstelik iletişim bilgilerimden kendisine ulaşabilirsiniz.

"Allaha emanet olun. "

Gördünüz işte içinden geldiği gibi kaleme alınmış hissi yaratan gizlisiz ve saklılı bir özgeçmiş örneği. En azından insan kaynakları biriminde kazayen okuyan olursa güler, neşelenir. Cv bir işe yaramış olur. Evet işte böyle..

Devam etmesini umuyorum, ve çok da umursuyorum.





16 Nisan 2011 Cumartesi

Sezonun İlk Attırıkları

Vitrin yüzü görmüş aşklar eskiden biter, silinir giderdi. Kimin elinin kimin cebinde olduğu bu ara kafası hızla boşaltılan toplumu gereğinden fazla ilgilendiriyor.

Koskocaman aşkları bitti miydi bir iki laf sokardı ünlüler birbirlerine. Tanıdıkl vasıtasıyla laf sokuşturulardı en fazla. Gururlarına çeki dozen verrir ortaya çıkarlardı sonra. Malum ekmek parası. Derken zaman değişti. Teknoloji bir güzel sokuldu iç dünyamıza kadar. Ayrılan çiftler birbirine SMSleri dayadı, öyle soktu lafları. Sıcağı sıcağına. Sonra Twitter çıktı. Buradan laf yetiştirince bir sürü insane da okuyordu hedeflenen kişinin yanı sıra. Gördün mü ne güzel dedi diyeceğini, aferimler giriyordu araya. Ama tabi bunların hiç birisi para getirmiyordu. Hem laf sokacaksın hem de para kazanacaksın. Nasıl mı? Şarkı yazacaksın/yazdıracaksın. Biri sana şarkısı ile mesaj mı yolladı çıkart CD yi altta kalma sen de sokuştur lafını. Hem de CD satışlarından para kazan.

Hadise ile Sinan Akçıl’ın albümleri aynı gün çıkmış. Gözümüz aydın.

Şöyle diyor Hadise Hanım Superman isimli attırığında:

Kay biraz ileri konumuz yasak ihlali. Çok saftım di mi ben de, olanları yuttum yani. Sen sustukça ben haberlerini kuşlardan aldım. İnsan böyle işte bozuldum gel gör şaşırmadım… I ıhhh!!!!..... Hiç zahmet edip de düşünme o ihtimali. Hiçbir söz değiştiremez kararımı fikrim baki

(Bu güzide sözleri değerli türk bestekarı/filozofu Gülşen hem yazmış hem de notalamış)

Cevabı Hande Yener ile Sinan Akçıl’dan bir düetle geliyor. Şarkının adı Atma. Bunun söz, müzik ve düzenlemesinden Bay Akçıl sorumlu yani şarkının büyük ölçüde günahı ve sevabı kendisine ait.

Elindeki kalbi tutamadın gitti. Bunun nesi garip? Bitti dedin bitti. Ama şunu bil ki, Yine yanıma gelip söylediğin sözler bana biraz eski. Hani bir süre sonra her şey düzelirdi? Biraz nefes almak bize en güzeliydi. Güzelliğim aynı, aldım da nefesi: Bana yanlış yerlerinden atma. Atma, atma, atma Atma, Atma, Atma, Atma… Lütfen Ya Lütfen Atma

Hadise bu durumu hesaplamış olmalı ki albümüne koyduğu Burjuva isimli şarkısında iki kişiye birden gönderme yapıyor.

Adam mısın süslü burjuva? Patlar o pasta bebek suratında. Kıvır durma tatminsiz diva. Yolu kapatma hadi bay bay

Bu olan bitene tövbe tövbe diyoruz. Daha ne kadar sure önce “Evlenmeliyiz hem de bu sene” gibi şarkılar yazdığı kıza bana yanlış yerlerinden atma diye nağme diziktiriyor. Oh ve A!! Nedir bu afra tafralar yahu?

Sinan Akçıl’ın şarkıyı dinledim, sesini merak ettim. Soner Sarıkabadayı’dan daha kötü bir ses olabiliyormuş. Aferim. Bu CD kesin satar. Biz de meraklı çok. Madonna’nın William Orbit’le çalışması gibi türk pop camiası mensubugillerin hepsi bundan beste istiyor diye havalandı. Müzikten azbuçuk anlayanlar bestelerinin notasının ne halde olduğunu görüyor. Yaz besteleri, yani sezonluk attırıklar bunlar.

Türk Müziğinde kalite aramayın şu aralar.

14 Nisan 2011 Perşembe

Çok Önemli Bıyıklar

Bıyık tipleri tip tip, say deseniz şu anda hepsini bir çırpıda sayamam. Oturup araştırma yapmam lazım. Ancak yerim her zaman olduğundan daha da dar. Yapamıyorum o yüzden. Yalnız şunu söyleyebilirim: "Dünya Sakal ve Bıyık Şampiyonası" ilk kez 1 Eylül 2007 tarihinde yapıldı. Kategorileri ise: Bıyık, Favori, Tam Sakal ve Kısmi Sakal.

Bıyık kategorisinde yarışanlar altı alt grupta kategorize ediliyorlar:
- Natürel Bıyık,
- Dali Bıyığı,
- Meksikalı Bıyığı (Kimi yerlerde bukategoriye Macar Bıyığı deniliyor)
- İngiliz Bıyığı,
- Emperyal Bıyık
- Serbest Stil Bıyık

Bıyığa ve sakal haddinden fazla önem vermiş erkekler arasında dünyanın en güzel bıyığı, sakalı, keçi sakalı, favorisi seçiliyor buradan. Akıllara seza demeyin, bendeniz bunca yıldır bunun akıl edilmemiş olmasını şaşırtıcı buluyorum. Zorlan değil ya?

Aşağıda bıyık tiplerini gösteren bir çalışma var, hazırlayanının yolu uTürkiye'den geçmemiş anlaşılan. Oysa ki bıyık ömenlidir buralarda. Çok önemli.


Meraklısına linkler:

12 Nisan 2011 Salı

Kuyruksuz Kedi

Sokak kedileri şanssız canlılar. Sokağa düştüğünüzde her tür tehlikeye karşı savunmasızsınız çünkü. Geçen yıl tatil beldelerimizdeki bir pansiyon sahibinin kedisine genç bir kadının gizlice neler yaptığını gördünüz. Hayatın üzerine yüklediklerinin ağırlığına sığınmayı marifet ya da çok zekice gibi gören bilimum sadist ruhlu insan minik hayvanlara eziyet etmekten vazgeçmiyor ülkemizde. Tekmelenerek öldürülern köpekler, kediler. Zararsız bir hayvanı canavarca öldüren insanlar ile birlikte yaşıyoruz. Bu eziyeti yapan kimseler bizim gibi biere apartman dairesine sığınmış yaşıyorlar. Canavarlar ile paylaşıyoruz her gün geçtiğimiz yolları, otobüsleri, taksileri. Görünüşte, düz sakin bir insan ama etrafta şahit olmadığına kanaat getirdiğinde minik bir canlının azraili.

Sokaklarımızda kuyruksuz kediler dolaşıyor. Kuyruk ki kedinin dengesini bulmasını, çevik hareket etmesini sağlayan uzvu. Ayrıca kuyruk kedinin duygularını göstereceği bir araç. Bıyıklarını keser, kuyruğunu keserseniz kedi bir pamuk yastık kadar çaresiz ve duygusuz kalır karşınızda. İyi ama bunu neden yapmak isteyesiniz? Benim de anlayamadığım bu zaten. Bir kedinin kuyruğunu koparmaktan nasıl bir zevk alır bir insan? Bu insanların yaptığını suç saymayacak denli duyarsız kanunlarımız elbette bu zemini hazırlamış bir kere.

Kedinin adı Oktay. Bir Pet Shopta rastladım ona. Yastığında uyukluyordu. Biraz ilgi gösterince önce dükkan sahibine baktı sonra bana bakıp acı acı miyavladı. Sonra elli yaşlarında bir kadın girdi dükkana. Elinde bir kuru köpek maması torbası vardı. "Kedim bu mamayı yemiyor" deyince dükkan sahibi gülümseyerek; "Yiyemez elbette, şünkü o elinizdeki köpek maması, sert gelir kediye"dedi. Kadın farketmeden köpek maması satın almış. Onlar konuşurken bastım denklanşöre. Fotoğrafını çekerken de miyavlıyordu Oktay. Ama içinde bulunduğu ruh halini anlamak mümkün değildi. Kuyruğu yok çünkü Oktay'ın. Hangi sadistin zevkini tatmin için hangi sokakta koptu, hangi çöp kutusunu boyladı kimse bilmiyor.

Oktay artık tam zamanlı bir sokak kedisi değil, gündüzleri bile canı isterse üzerinde uyuyabileceği bir yastığı var. Veteriner kediyi o halde bulunca benimsemiş, dükkan onun yeni evi olmuş, bir de yastığı var. Yastık köpek yastığı ama olsun ne gam. Yastık değil mi, hepsi yumuşak. Hiçbiri kaldırım taşları kadar sert değil. Bu dükkana gelenler de Pet Shop sahibi onu besliyor, barınak sağlıyor. Oktay canı isterse çıkıp dolanıyor, sonra geriye dönüyor. Sokakta gezerken kuyruğu olan kediler gibi gururla dolaşmıyor. Biraz daha temkinli, başı yere biraz daha fazla yakın.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Yaşlı Bir Kadının Son Yolculuğu

The Trip to Bountiful 1985 yılının en çok ses getiren filmlerinden bir tanesi. Başrol oyuncusu 1924 doğumlu Geraldine Page; daha önce yedi kez aday olduğu ve kazanamadığı en iyi kadın oyuncu Oscar Ödülüne bu filmde canlandırdığı Carrie Watts rolü ile bir kez daha aday gösterildi. Canlandırdığı köşeye sıkışmış, artık çalacak bir kapısı kalmamış ancak umudunu yitirmeyen yaşlı kadın unutulmaz film karakterlerinden birisi. Senaryo Horton Foote'a ait, kendi yazdığı ve 1953 yılında TV filmi olarak gösterilmiş aynı adlı senaryodan uyarlanmış. TV filminin gördüğü ilgi üzerine baş rollerinde oynayan Lilian Gish, Eva Marie Saint'in başrolünü oynadığı bir tiyatro oyununa dönüştürülerek Broadway'de 309 kez sahnelenmiş. 1985 yılında hikaye yine yazarı tarafından bu kez sinema için senaryolaştırılmış.

En az üç kez elden geçmiş olmasının ve ilk yazılışının üzerinden yıllar geçmiş olmasının verdiği demlenme ile senaryoda aksayan bir yön yok. Filmin merkezine yerleştirdiği yaşlı kadın, Carrie Watts'ın hikayesi melodramın sınırlarında geziniyor ancak melodramın tuzaklarına düşüp de izleyicinin duygularını zorlayan, sömüren bir filme dönüşmüyor. İyi ve kötü karakterlere filmin finaline kadar aynı mesafede durmanızı sağlayacak detaylar ile karakterlerini sağlamlaştırmış bir öykü, dikkatle izlediğinizde keyfine varacağınız katmanlara sahip. Kötü olanın da neden öyle davrandığına dair bir açıklamayı gizlice gözleyen biri, tarafsız biri yani sinema izleyicisi olarak bir siz biliyorsunuz.

Filmin öyküsünü yaşlı bir kadının son yolculuğu olarak özetlemek mümkün. Carrie Watts oğlu ve eşi Jessie Mae ile birlikte ufacık bir apartman dairesinde yaşamakta. Çocukları olmayan çiftin maddi durumu pek iyi değil. çaalışmayan gelin, kaynanasına tahakküm etmekten, her istediğini ona yaptırıp kadının kişiliğini ezmekten zevk alıyor. Oğlu Ludie Watts kılıbık diyebileceğimiz kadar sessiz ve kör bir erkek. Ne karısına Ne annesine karışarak bu iki kadın arasında kalmak istemiyor ancak çıkan tartışmaların nihayetinde hep annesini eşinden özür dilemeye mecbur ediyor. Ailenin bütçesine sosyal güvenlik kurumundan her ay aldığı emeklilik çeki ile maddi katkıda bulunan yaşlı kadının tek isteği Houston, Texas'ta oğlu ve eşi ile paylaştığı kendisi için artık bir cehenneme dönmüş evden kaçarak 20 yıldır uzak kaldığı Bountiful'daki doğduğu, büyüdüğü topraklara, yani yuvasına dönmek.Çılgınca bir tartışmanın ertesi günü çekini de alarak evden kaçıyor. Tren istasyonunda da, otobüs terminalinde de bilet satan görevliler kendisine Bountiful diye bir yerin olmadığını haritada bile böyle bir yer görmediklerini söyleseler de kadın inat ederek yola koyuluyor. Yolda karşılaştığı her kişide kadının yaşamına dair kah keyif verici kah hüzün veren bir detayı yakalıyoruz. Senaryo o kadar keyif verici detaylarla örülmüş ki konuştuğu her insana dair detaylarda konuşmalar esnasında usulca karışıyor filmin öyküsüne.

Filmin en güzel yanı başta Geraldine page olmak üzere bütün oyunculuklar. Umutsuzluğa düşmeye açık olan filmde amaçlanan seyircinin duygularının manipüle etmek değil de bir öykü anlatmak olduğu için iç burkan sahnelerin bir sonraki sahneye bağlanması ve umutsuzluk vermemesi çok akıllıca çözülmüş.


Zamanında bizim sinemalarımıza uğramamış, ülkemizde de DVD yüzü görmemiş bu filmin yapıldığı yıl Akademi Ödüllerindeki durum ise şöyle:

En İyi film:
Out of Africa
Adaylar: "The Color Purple", "Kiss of the Spider Woman", "Prizzi's Honor", "Witness"

En iyi Erkek Oyuncu:
William Hurt, "Kiss of the Spider Woman"
Adaylar: Harrison Ford "Witness", James Garner "Murphy's Romance", Jack Nicholson "Prizzi's Honor", Jon Voight "Runaway Train"

En İyi Kadın Oyuncu:
Geraldine Page "The Trip to Bountiful",
Adaylar: Anne Bancroft "Agnes of God", Whoopi Goldberg "The Color Purple", Jessica Lange "Sweet Dreams", Meryl Streep "Out of Africa"

En İyi yardımcı Erkek Oyuncu:
Don Ameche "Cocoon",
Adaylar: Klaus Maria Brandauer "Out of Africa", William Hickey "Prizzi's Honor", Robert Loggia "Jagged Edge", Eric Roberts"Runaway Train"

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:
Anjelica Huston "Prizzi's Honor",
Adaylar: Margaret Avery "The Color Purple", Amy Madigan "Twice in a Lifetime", Meg Tilly"Agnes of God", Oprah Winfrey "The Color Purple"

En İyi Yönetmen:
Sydney Polack "Out of Africa",
Adaylar: Hecter Babenco "Kiss of the Spider Woman", John Huston "Prizzi's Honor", Akira Kurosawa "Ran", Peter Weir "Witness"

Bu filmi izleyip de sevenlere bizden, son derece özgün bir öyküyü ele alıp işleyen "Pandora'nın Kutusu" filmini de izlemelerini öneririm.

Yönetmen: Peter Masterson
Senaryo: Horton Foote

Oyuncular:
Geraldine Page
John Heard
Carlin Glynn
Rebecca De Mornay


10 Nisan 2011 Pazar

Milliyet Sanat Dergisi

Miliyet Sanat Dergisi 1972 yılından beri sinema, tiyatro, müzik, edebiyat, sergiler ile ilgili yazıları ile yayın hayatını sürdüren bir dergi. Sanat yaşamı ile ilgili gündemi takip etmek için ideal. Bu dergideki mevcudiyetini sorguladığım tek kimse bir müzik eleştirmeni. Müzik ile ilgili olması gereken yazılarına kişisel duygularını çok fazla karıştırıp bir çok sanatçıya haksızlık ettiğini düşünüyorum. Bu denli bariz biçimde taraflı olmak bir müzik eleştirmeni için kusur kabul edilmeli aslında. Seneler önce bir gazetede yazdığı yazıdan sonra taraflı tutumunda değişim gözleyemedim malesef. Bir de Ece Aksoy'un her ay yazdığı hikayeleri fazla zorlamayla yazılmış, sipariş kokan ve bu yüzden okunması güç öyküler olarak görüyorum. Bu ikisi dışındaki bütün yazılar sürükleyici, bilgilendirici ve genellikle hayli keyif verici.

Dergi son yıllarda sinema severlere sürprizli DVDler veriyor. Eskiden izlediğim ya da adını duyup izleyemediğim, DVD satan dükkanlarda pahalı olduğunu gördüğüm için satın almakta tereddüt gösterdiğim filmleri her ay okurlarına hediye ediyor. Sinemaya ilgisi olanların izlemekten kazançlı çıkacağı bir dergi. Bu güne kadar verdiği filmlerden bazılarının isimleri şöyle;

Rashomon,
Hiroşima Sevgilim,
Teneke Trampet,
Europa,
Salgın,
Narayama'nın Türküsü,
Şeytana Karşı,
Kurdun Günü,
La Luna,
Selam Bombay,
Klimanjaro'nun Karları,
Ölüm Provası,
Salome,
Alın Yazısı,
Yay,
İpler,
Kara Kedi, Ak Kedi,
Kayıp Aranıyor Debra Winger,
Şeytanın Öpücüğü,
Dünya Haritası,
Gümüş Şehir,
Yan Odadan Melodiler,

Nerede ise iki yıldır sinemaya ilgi duyanları keyiflendirecek hoş bir koleksiyonu çaktırmadan dağıtmış olması aslında takdir edilmeli.

Seneler önce ilk şiirimin yayınlandığı dergi, hatta o şiirleri bir de kitapta toplamışlardı: Genç Şairler Antolojisi. Kitaplığın arka sıralarından birinde tozlanmaya terkedilmiş duruyor. Böyle de bir hoşluğu var benim için.

53 adet dergi kapağını bir araya koyunca böyle bir şey çıkıyor ugun mozaik programı kullanıldığında.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Müseccel Marka

Uzun yıllar önce, kadın üst düzey yöneticiyle çalışmak zorunda kalmıştım. Birlikte çalıştığımız yabancı patronum yeni bir görev için başka bir ülkeye gönderildiğinde, boş kalmayayım diye beni henüz kırklarında, oldukça bakımlı, iki tane yabancı dil bilen ve belki de bu yüzden kendi dilini konuşmayı unutup, söylediği her cümlenin içine baika dilde kelimeler katan, gıda mühendisi bir hanıma tahsis etmişlerdi. O ana kadar, filtresi hep temiz kalmış havalandırma gibiydim. Sıcak isteyene sıcaki soğuk isteyene soğuk. Ama kadın yöneticiyle çalışmaya başladığımın birinci ayarında ayarım bozuldu.

- Saçlarını nerede yaptırdın, Şebnem?

Erkek üst düzey yöneticinin asla ve asla akıl edip soramayacağı bir sorudur bu.

- Kendim yaptım, Hale Hanım.

Erkek üst düzey yöneticinin asla ve asla dinlemeyeceği bir cevabı vermiş oluyorum. Saçlarımı fena halde kıskanıyor - ki ona hak vermiyor da değilim çünkü kendi saçı yıllar yılı boya yemekten kırk sekiz tel kalmış gibi kafasının üstünde, yorgun yorgun kalabalık görünme telaşı içinde, benimki isevasat bir saç işte; tüm kafamı kaplıyor ve her zaman olduğu gibi kısacık - hemen konuyu değiştiriyor.

- Bu flavır'ları odama sen mi koydun?
- Evet, Hale Hanım. Çiçekçi bana göndermişti, ama sizin odanıza daha çok yakıştı.
-Kaldır bunları. Ben glayöl sevmem.
- Peki, Hale Hanım.
- Hatta kendi masana da koyma. Görmek istemiyorum. Ay heyt it, ay cast heyt it!!
- Peki, Hale Hanım.
- Bana annemi bağla.

Neden glayöl sevmediğini soracak ya da glayölden nefret etmesinin sebebinin aslında annesi olduğunu söyleyecek herhalde.

Şirket binasının Hale Hanım ve birimi için ayrılmış yarım katında, kimsesiz bırakılmış cariyeler gibiyiz. Ben dahil olmak üzere tam yirmi üç kadın. Hale Hanım'ın yöentiminde çalışıyoruz. Hale Hanım herkesle rakip. Bu haremden henüz daha kimse kaçma teşebbüsünde bulunmadı, çünkü kaçınca nereye gideceğini hiçbiri bilemiyor. Tam da gerçek harem gibi, arada bir belirli sürelerle azad edilenler oldu. Öokuluslu şirketimin çalışma hayatına gururla kazandırdığı Hale Hanım, altından yetişen rakibini neredeyse Hürrem Sultan'ın Mahidevran Sultan'a yaptığı gibi ince ince işlenmiş bir planla harem dışına attığından beri, "bana artık bu şirkette hiçbir şey olmaz" tutumunu sürdürerek ilerliyor. Eski sekreteri azad edilen birkaç kişiden biri. Hale Hanım kendi biriminin toplantılarına herkesi odalarından toplayarak gidiyor. Hepimiz onun arkasında, onun önüne geçmeyecek şekilde ilerliyoruz. Tıpkı Nurbanu Sultan'ın eski saraydan, Topkapı Sarayı'na valide alyıyla gidişi gibi. Hale Hanım'a toplantı salonundaki koltuğuna oturması için yardım ediyoruz ve o oturmadan hiçbirimiz oturmuyoruz. Bu toplantı günlerinde herkes yeni bir şey giymemek, takmamak konusunda oldukça dikkatli davranıyor. Hatta bir gece önce kocasıyla, sevgilisiyle yatmış olanlarımız var ise, yüzündeki o mutlu, pembe gülümsemeyi silmek için tuvalette ayna karşısında çalışmalar yapıyor. Müthiş bir kadın Hale Hanım.

"Muayyen" günler çakıştığı zamanlarda durum iyice imkansız bir hal alıyor.

* * * * *

- Evimdeki kurutma makinesini tamire gönderttin mi?
- Evet. Bu sabah hallettim.
- Ne? Bu sabah mı? Ben sana bunu dün söylememiş miydim?
- Hayır, Hale Hanım. Dün söylemediniz. Bugün sabah evden telefonla arayarak söylediniz.
- Hayır, o dündü.
- Hayır, bu gündü.
- İspat et, Şebnem !
- İspat edemem, Hale Hanım. Size neden yalan söyleyeyim?
- Orasını bilmiyorum. Ben de onu anlamaya çalışıyorum.
- Bence siz hiçbir şeyi anlamıyorsunuz. Sadece bana kötülük olsun diye böyle davranıyorsunuz. Ama ben sizi affediyorum.
- Çık dışarı !
- Şu anda sekreterinizin ofisinde bulunuyorsunuz, Hale Hanım. Rahatsız olduysanız siz çıkınız.

Birkaç gün sonra normale dönsek bile, gerçek kötü durum, Hale Hanım'ın ara sıra sahip olabildiği erkek arkadaşının - ki en uzun ilişkisi üç hafta sürmüştür - şirkete onu almak için geldiği günlerde yaşanır. Bir anda vahşileşir, Hale Hanım. Saat beşi biraz geçe gelen sevgilisini ana kapıdan gidip kendisi karşılar. Benim bulunduğum ofisi, adamın kafasına kar maskesi taktırarak geçirir, kapıyı arkasında kapatır. Birkaç dakika sonra başını uzatır ve sadece kadın olanın anlayacağı hain bir bakışla bir çırpıda konuşur:

- Şebnem, bana telefon melefon bağlama ve hemen kuzeydeki, güneydeki ve batının sadece orta bölümündeki üretim hatlarımızda, geçtiğimiz on yıla ait üretimlerimizin beş yıllık iş planına göre oranlarını çıkart, sonra o verilerle çokuluslu şirketimizin bizden istediği üretim kapasitesinin mukayesesini yap, bitirinve iki çalışmayı da götür filancaya kontrol ettir, hataları beraber düzeltin. Gelirken kalite kontrolden bu sene için planlanan fuarların bir listesini katılım formlarıyla beraber getir, formlar birer tane ise hepsinden üçer tane kopya çıkart, birer tanesini benim için doldur ve gönder, pasdaportumda olmayan ülke vizeleri için bugünden başvuruda bulun. Ha sahi... saat altıya çeyrek kala çıkabilirsin. Anlaşıldı mı?


Kitap: Müseccel Marka - Roman
Yazar: Aytuna Tosunoğlu
Yayınevi: Doğan Kitap - 2003

Kırmızı

Girdabı olmayan yüreğin sireni duyulmaz elbet
Mekanlar lunapark, hayat çarpışan otomobiller..

Fotoğraf: Paul Russell

8 Nisan 2011 Cuma

Haftanın Bayığı

Bıyık bu... Dudak üstünde, burunun altında durduğu gibi durmuyor bazen. Bıyık olmakla kalmayıp bayıyor ara sıra. Bayma hissini veren bıyık mı, yoksa bıyığın sahibi mi bilemeyeceğim. Teşhis edecek denli uzun bakamıyorum bu resme. Kıl kapıyorum. Ama haftanın bıyığı etiketini inat ettim yayınlamaya devam edeceğim. Bundan böyle her hafta bir bıyık, gerisi hikaye.


Photobucket

Resimdekini bir yerden gözüm ısırıyor
ama nereden?
Kim olduğu meçhul.

7 Nisan 2011 Perşembe

Gece Diyalogları

TV karşısında olur ya bazen içim geçmiş DVD izlerken uyuyakalmışım. Saate bir baktım ikiyi geçmiş. Kanallarda dolaştım biraz bu saatte ne biçim yayınlar var merakıyla.

Kanalların birinde reklam kuşağı vardı. Olağan saatlerde rastlanması mümkün olmayan bir reklam. Eğer verdikleri telefon numarasını ararsanız "gerçek yaşamdan hikayeler" anlatmayı vaad ediyordu. Fonda kısık bir ses kışkırtıcı tonda konuşarak cazibe saçarken, önde bir kadın vücudunu zor zapteden dekoltesini terketmek ister gibi kıvranıyordu. Derken başka bir kadın geldi ve öndeki kadını boynundan... şapırt diye öptü. N'oluyoruz? Gerçek yaşamda böyle şeyler de mi oluyor ben mi kaçırıyorum? Bu gerçek de bizim yaşadıklarımız yalan mı yoksa? Neyse reklam oracıkta bitti, çevirdim kanalı.

Pembe tonlarda bir koltuğa resmen yayılmış bir kadın, üstünde açık pembe ve sarı tonlarda bir bluz, zayıf saçlarının tam ortasına tepesine minik bir topuz şeklinde saçlarını toplamış, aldırmaz bir tonda konuşup ismini vermek istememiş bir seyirciye nasihat ediyordu. İlginç olabilir diye izleyeyim dedim biraz, reklam giresiye kadar kadar büyülenmiş gibi bakakaldım.

Seyirciyi resmen başından savdı kadın. "Yeter artık kapat haydi" tonlarındaydı resmen. Sonra bir telefon bağladı. Arayan yirmaltı yaşında bir kız.

Kız: İyi akşamlar. Çok güzelsiniz bu gece.
Yorumcu: Sağol ablam. Anlat hadi.
Kız: Ben rüya gördüm.
Yorumcu: Bebeğim anlat işte.
Kız: Ben bir yokuştan iniyormuşum, karşıma koskocaman bir konak çıktı. Konağın bahçesinde altın musluklu çeşmeler vardı. Gittim o çeşmelerden su içtim. Doğum tarihim şu, annemin ve babamın doğu tarihleri şunlar.
Yorumcu: Bitti mi?
Kız: Evet
Yorumcu: İyi, tamam. Bak hayatım senin ailende subay, polis ya da subay emeklisi, polis emeklisi var mı?
Kız: Yok
Yorumcu: İyi düşün.
Kız: Şimdi hatırladım. Eski sevgilim babası emekli albaydı.
Yorumcu: Unut o eski sevgiliyi o artık seni hatırlamıyor zaten. Bak bebeğim. Sen çok şımarık bir kızsın. Ne zaman bitecek senin bu şımarıklıkların. Annene babana çektirdiklerin yetmedi mi?
Kız: İ-hi-hi-hi-hi
Yorumcu: Gülme. İyi dinle. Meleğim senin karşına Ramazan Bayramı'nın üçüncü gününde bir kısmet çıkacak. Devlet kapısında çalışıyor. İyi yerlere gelecek. Evleniyorsunuz. Çok mutlu olacaksınız.
Kız: İşimde terfi edecek miyim.
Yorumcu: Kağıtlar görüyorum. Mayıs ayında yükseleceksin.
Kız: Bu kadar mı?
Yorumcu: Anlattıklarından bu kadar görüyorum ablacım.

Telefon başladığı gibi kesildi. Telefon kapanınca kadın reji ile ağız dalaşına girdi. Reji odasından ne dendiğini duymadığım için tek taraflı konuşma şöyleydi:

Yorumcu: Kan şekerim düştü ay.
Reji: ---
Yorumcu: Yiyecek bir şey yollayın bana.
Reji: ---
Yorumcu: Yayında olduğumuzu biliyorum heralde, daraltmayın beni.
Reji: ---
Yorumcu: Yoksa bakkala gidin alın o hani geçen günkü yuvarlak o şeylerden.
Reji: ---
Rejinin dediği söz üzerine o ana kadar değişmemiş aldırmaz yüz ifadesi alaycı bir gülüş ile yer değiştirdi.
Yorumcu: Para var çantada.

Aniden bir telefon daha bağlandı, arayan bir kadındı.

Kadın: Ben bir rüya gördüm.
Yorumcu: Kaç yaşındasın sen?
Kadın: 52
Yorumcu: Anlat ablam.
Kadın: Afedersiniz rüyamda tuvalete girmişim, etraf çok pismiş diye tuvaletimi yapamadım. Tiksindim çünkü biliyo musunuz. Sonra oturdum bir güzel temizledim. Işıl ışıl oldu. Sonra ertesi gün bir rüya daha gördüm. Evi temizlemişim, misler gibi. kapı çaldı misafir geldi. Halıya bastı. Bir baktım paçalarından pislik akıyor.
Yorumcu: Doğum tarihlerini ver bebeğim.
Kadın: Benimki şu, kocamın ki bu, kızlarımın tarihleri de şunlar. Biri 34, öbürü 35 yaşında.
Yorumcu: Evlenmemiş bu kızlar.
Kadın: Evet
Yorumcu: Hayatım iyi dinle. Sizde kötü enerji var. Biri gelmiş halılarınıza bir şeyler yapmış. Sen evlendikten sonra dört ev değiştirmişsin. İkinci evinizde, ilk kızına hamileyken birisi gelmiş halılara kötü enerji yaymış. Seni kıskanan bir kadın. Huzurunuz kalmamış sizin.
Kadın: Kaynanam ne büyüler yaptı hem de.
Yorumcu: Büyü demeyelim ablam. Kötü enerji.
Kadın: Çok hocalara gittim açmak için evden de taşındım.
Yorumcu: Taşınmakla olmaz eşyaları da değiştireceksin.
Kadın: Değiştirdim onları da.
Yorumcu: Küçük kızın bu sene Kasım ayında evlenecek bir erkek evladı olacak. Çok mutlu oluyor. Meleğim, kocan sana aşık. Ailesi hep karşı çıkmış evliliğinize ama o sana hala deliler gibi aşık seni ve kızlarını çok seviyor kol kanat geriyor size.
Kadın: Büyük kız noluyo?
Yorumcu: Valla çok kuvvetli kötü enerji var sende ve o kızda. Sen hamileyken halına kötü enerji vermişler ikinizi en çok etkilemiş. Hocaya git.
Kadın: Çok gittik hocaya.
Yorumcu: Bak ruhum bi tanem. Evlatlarımız için yapıcaz bunları. Yine git. Kurtar kızını.
Kadın: Gideyim o zaman.
Yorumcu: İlmi kuvvetli birine git.

Bu konuşma da aniden bitti. Yorumcu kameraya döndü. Aynı aldırmaz ifade.
"Şimdi dört dakika reklam var, siz onu izleyin benim içim kazındı, kan şekerim düştü. Gelicem birazdan"

Reklamlar başladı. Ağzım bir karış açık kaldı derler ya, aynen öyle oldu. On dakikada dinlediklerimin inanılır tarafı yoktu ama absürdlüğü ile kendine baktırıyordu. Gerisini beklemedim gidip yattım. Belki bir rüya görür, arar yorumlatırım ablama. Umut dünyası işte.

Meraklısına Not:
Programın adı "Rüyanız Hayrolsun"
Kanalı Flash TV

6 Nisan 2011 Çarşamba

Gündüz Diyalogları

Geçen yıl bu vakitlerde İzmir, Kıbrıs Şehitleri'ndeki bir kitapıda kulak misafiri olduklarımı anlatmıştım. Kitapçılar benim için gariplikler müzesi ya da bir nevi tuhaf olaylar okulu olmaya devam edecek anlaşılan. Uzun yıllar sonra zorunlu olarak İstanbul'da yeniden uzunca vakit geçirmek durumunda kaldım biliyorsunuz. Bunca ay zarfında kitapçılarla ilgili şu yaşıma kadar öğrendiğim temel özelliklerden bir tanesinin geçerli olmadığını, yanlış bilgiden ibaret olduğunu öğrendim mesela. Kitabın üzerinde yazılı fiyatla satıldığını biliriz değil mi? Yok efendim yanlış bilgi. Kadıköy tarafındaki bir çok kitapçıda kasiyerle pazarlık edebiliyorsunuz. Buna ilk kulak misafiri olduğumda inanamadım önümdeki kadın göz göre göre kalın kitanı yüzde yirmiye yaklaşan bir indirimle satın almayı başardı. "Ay ben yıllardır buradan alış veriş ediyorum, n'olur indirim yapın" üstelemesi ile başardı üstelik bunu. Demek ayağı alışmış bir müşteriydi.

Ben pazarlık konusunda fazla başarılı değilim. Ancak hemen gözümün önünde olan bu olayın üstüne; ya o kitabı orada bırakıp dükkanı terketmek ya da aynı şekilde çataçat pazarlık edip indirim almak gibi iki seçenekten başka bir şansım olmadığı kanaatine vardım. Kasadaki adama kitaplarımı uzattım ve "Az önceki hanımefendiye yaptığınız kadar indirim istiyorum" dedim. Zorlamaya, pazarlığa gerek kalmadı. Hemen istediğim kadar indirimi yaptı. 40 TL'na satın alacağım iki kitaba 32 TL bedel ödeyip sahip oldum, kaldı 8 TL cepte. Allahım nasıl sevindim anlatamam. Dükkandan dışarı çıkınca bir burukluk çöreklendi omuzlarıma. Bunca yıl yüzlerce kitap satın alıyorsun, satmaya kalksan para etmiyor. Satın alırken bunca yıl akıl etseydin biraz daha ucuza almayı denmeyi ya diye kızmaya başladım kendi kendime. Al işte sana hiç bir yere varmayan kendi kendini yiyip bitiremeyeceğin bir monolog. Adam sen de deyip defettim kafamdan bu düşünceyi.


Sevdiğim Kitabevleri:

Remzi Kitabevi: İstanbul'da Remzi Kitabevi'ni çok seviyorum. Ortam sessiz, yeni çıkmış pop şarkılarının melodileri yakarmıyor ortada. Bir de yeni çıkan kitapları her yerdekinden %20 daha ucuza satıyorlar. Pazarlığa gerek yok. Kitabın arkasında iki etiket yapıştırılı, biri heryerdeki fiyatını gösteriyor diğeri indirimli fiyatını. Bunun böyle olmasından bile kuşkulanmayıp diğer yerlerde fiyat indirimi istememiş olmak da benim saftirikliğim. Beynime nedense biri kodlamış sanki: "Kitap üstünde yazılı fiyattan satılır" Öyle değilmiş. Öğrendim.

İstiklal Kitabevi: Üst kattaki yabancı dilde kitaplar satan bölümü seviyorum. Çünkü buranın ucuz kitap köşesindeki fiyatlar inanılmaz ve aralarından cidden sıkı kitaplar çıkıyor. Üstelik türkçe kitaplardan daha ucuza. Yine üst bölümde ikinci el kitapların da durumları gayet iyi, bazılarının ikinci el olduğunu anlamak mümkün değil. Onların fiyatı inanılmaz uygun. Tek kusuru bu bölümün bir ucunda Biletix kuyruğunun yarattığı kargaşa. Ondan da ipodun sesini biraz yükselttim miydi kurtuluyorum.

Seyhan - Kadıköy: İşte içinde günlerce kaybolmaktan haz duyacağım bir yer. Uygun fiyatlı ingilizce kitap bölümünde her zaman şaşırtan bir kitap ile karşılaşmak mümkün. Orası da gürültülü ama gürültünün çözümünü cebimizde taşıyoruz artık. Aç kendi müziğinin sesini duyma diğer gürültüyü.

Dün bir kitapçıda dergileri kurcaladım, Milliyet Sanat Dergisi'ni satın almak için kasaya ilerledim. Dergiyi uzattım. Borozan sesli, kendisini "dünyada kendimden başka kimseyi takmadım takıştırmadım, takıştırmayacağım da" makamında zortlama telaşında, kainat nadanlık güzeli bir kırklıgiller gülü yanında kızı ya da görümcesi mi çözemediğim bir diğer benzeri, geleceğin cevheri ile belirdi. Resmen belirdi işte çünkü daha bir salise evvel orada yoktular. Ben kasaya geldim elimdekini uzattım. İşte o anda belirdiler. Dibimde bittiler. Sesssizlik ve huzurun ömrü oraya kadarmış, İkisi de orada can verdiler, kitapçıya kasvet geldi. Keçi olsam o ikisini de sevmediğim ot ilan ederdim. Tek tek yolar uçurumdan aşağıya atardım. Öylesine vahim bir antipati saçılımı işte.

Ben paramı uzatırken kasiyerin soluk ay ışığında şeytanla dansı başladı, yok yok imtihanı başladı. Önüne gelenin önüne bir badire gibi yükselmesinden aldığım ilham ile kendisine hanımefendi süsü vermiş o kadına yazımın bundan sonrasında Badiregül demeyi uygun gördüğümü söylemeliyim. Kadın eline aldığı bir kitabı o, bu ve şu yönlerde gelişi güzel sallayarak kasiyere seslendi. Bu arada ben bir hiçim zaten. Onun önünde olmamın bir anlamı yok.

Badiregül: Bu yazarın en son kitabının adı ne?
Kasiyer: "Herşey beyinde başlar".
Badiregül: Yok olamaz, son kitabının adı başka sanki.
Kasiyer: En sonuncusu "Herşey beyinde başlar"
Badiregül: Rengi turuncu hani?
Kasiyer: Mavi hanımefendi.
Badiregül:(görümce kılıklı kıza) Hiç birşeyi tutturamıyorum bugün.
Badiregül: (kasiyere) Sizde yok mu en son kitabı?
Kasiyer: Yok efendim.

Bu arada kasiyer paramın üzerini verdi, fişimin çıkmasını bekliyoruz.

Badiregül: (elindeki kitabın kapağına bakarak) Peki bu kitabının adı ne?
Kasiyer: Kapağı bana doğru tutarsanız söyleyebilirim hanımefendi.

Kadın kitabı gösterir.

Kasiyer: Herşey seninle başlar
Badiregül: (görümcesine) Üstünde yazıyormuş kitabın adı. (kasiyere)Alayım mı bunu, güzel mi bu?
Kasiyer: Bugüne kadar müşterilerimizden şikayet almadık bu kitapla ilgili.
Badiregül: Aliym bari o zaman.

Kasiyerin sinirleri çeliktenmiş, bir aferimi haketti. Böyle tuhaf garipliklerin paylaşıldığı anlarda insanlar duruma şahit olanla göz teması kurup "bak işte başımıza gelene" bakışı atarlar, yüzlerine mimik takınmazlar ki daha fazla bir kışkırtım süreci yaşanmasın. Bu da öyle melul baktı. Üzüldüm biraz. İnsanlarla uğraşmak zor.

Kitapçılarda kulak misafiri olunacak çok malzeme var. Kulaklığı taktığımda onları kaçırıyorum.



Kendime not:

Kitapçılarda kulaklık ile müzik dinlemeyi azaltmam lazım.